Selamlar herkese,
En son yazımı 2015’te yayınlamışım. 5 sene ne kadar çabuk geçiyor değil mi? Mail atan, yorum yazan ve son durumu soran herkese çok teşekkür ederim! Bugün içimden bir güncelleme yazmak geldi. Son 5 senede neler yaptım, neler öğrendim kısaca paylaşmak istedim. Okumak istemeyenler içinse sonunu söyleyeyim, Amerikalı bir şirkette remote olarak çalışıyorum bir yandan da Bitcoin trade’i yapıyorum. Amerikalı bir şirkette çalışmak nasıl bir şey sonunda biraz ondan bahsediyorum.
—
Aslında çok şey oldu.
En son bıraktığınızda makaleler yazıyordum. Orta halli e-ticaret siteleri ve küçük girişimlere danışmanlık veriyordum. Neredeyse hepsi ya bu blogu okuyarak ya da önceki çalıştığım yerlerden tavsiyelerle devam ediyordu. İşler iyiydi. Sonra kendi kendime dedim ki, ben nispeten küçük (az cirolu) yerlerle çalışıyorum, artık çok süper bir adam olduğum için büyük şirketlere yardım edip büyük paralar kazanmalıyım.
Fakat kazın ayağı öyle olmuyor. Büyük şirketlere elini kolunu sallaya sallaya giremiyorsun. Yani bugün dünyanın en iyi marketerlarından birisi ol, bi tane orta halli müdürden üstüne çıkamıyorsun. E tabi karar verici onlar olmadığı için de para alamıyorsun. Ben de dedim ki bari bunlarla çalışan bir şirkete gireyim, adım duyulsun, ünlü ve zengin olayım. Bu yüzden Hype İstanbul isimli ajansta çalışmaya başladım. Garanti Bankası, Akbank, Pegasus gibi dev müşterileri olan, 4. Levent’te barınan güzel insanların çalıştığı bir şirketti.
Fakat yine hayal ettiğim gibi olmadı. Büyük şirketlerin bitmek bilmeyen bürokrasisi beni bitiriyordu. Sürekli toplantı üzerine toplantı yapıyorduk. Planlamalar, sunumlar, gidip gelmeler… Aylar birbirini kovalıyordu fakat bu blogda yazabileceğim bir case study çıkmıyordu. Tam bir beyaz yaka terörü. İngilizce konuşamayan insanların konuşmalarına sıkıştırdıkları İngilizce laflar, garip ritüeller beni bezdirmişti. Yarı Karadenizli olarak iyice cinnete gelmiştim 🙂
Tabi para kazanma hayalleri de öyle olmuyor. Sonuçta maaşla çalışıyorsun. Adam sana kaç para maaş verecek? Dolar yıldan yıla ikiye katlanırken, maaşım ikiye katlanmıyordu tabii ki. Öyle bir dünya yok. Maaşlıysan para kazanamıyorsun. Nedenleriyle başınızı ağrıtmayayım. Başka günün konusu. Her ne kadar birlikte çalıştığım kişiler harika insanlar olsa da 1 sene dayanabildim. Çıktım.
Arada evlendim bir de 🙂 Neyse, bu blogun konusu dışında kalıyor. Profesyonel hayata devam edelim.
Danışmanlığa Geri Dönüş
Geri döndüm danışmanlık yapmaya. Artık para kazanmanın zamanıydı. 5-6 tane müşterim olsa, her birinden 4-5 bin alsam iyi para. Çok iyi para. Maaştan çok çok daha iyi. Sonra ne oldu? Önceden çalıştığım şirketler patır patır batmaya başladı. Orta halli e-ticaret siteleri artık iş yapamaz oldu. Çünkü eskisi gibi vahşi batı değildi. Büyük oyuncular işin içine girmişti, artık eski kâr marjları yoktu. Hatta bir zamanın devleri olan Markafoni, Gold gibi şirketler bile birer birer batıyordu.
Ama olsun. Türkiye’de şirket mi biter? Buldum ismini vermek istemeyeceğim birkaç tanesini. Ama hayal ettiğim şeyler yine olmuyordu. Çünkü bunlar da çok küçüktü! Şunu yapalım abi diyordum, maalesef ucuza kaçılan yazılımcılar, eğitimsiz çalışanlar ağır ayak bağı oluyordu. Aylar geçtikçe Enes de hiçbir iş yapmıyor canım deniyordu. En sonunda azala azala hiçbir müşterim kalmamıştı. Bildiğin işsiz idim.
Startup Zamanı
Yok dedim, bu sefer yine olmayacak. Belki bir startup’ta çalışmalıydım. Hem ortak falan olursam, hem harika bir şey yaratılmasının bir parçası olurum, hem de satılırsa falan para kazanırım. Startup’ta çalışanlar da yetenekli, eğitimli insanlardı. Böylelikle iyi bir çalışma ortamım da olurdu. English Ninjas ile başladık. Yine Levent’e geri dönmüştüm.
Kolektif House denen bir yer var bilirsiniz. Geek, nerd, startup tayfanın kabesi gibi. En başta çok hoşuma gitti. San Fransisco esintileri. Yogalar mı dersiniz, happy hourlar mı, seminerler mi hepsi var. Bazı insanlar için rüya gibi. Benim için de dapdaracık, karanlık bir yer. İşler de pek iyi gitmiyor tabi. Doların fırladığı, hizmeti dolarla aldığımız fakat Türkiye’ye sattığımız bir ortam. Growth Hacker olduğum için de şirketin büyümemesinin sorumlusuyum doğal olarak. Hayal ettiğim şeyler olmuyor. Şirket büyüyemiyor, sorumluluğu kabul ediyorum ve ayrılıyorum. 1 sene sürüyor burası da.
Yine işsizim tabii.
Bunalım Zamanı
Danışmanlık olmadı, ajansta tutunamadım, startup da olmadı. Bu sefer cidden ayvayı yedim diye düşünüyorum. Artık evliyim de. Para kazanmam lazım bir şekilde. Adam öldürmeye karar verdim… Şaka şaka. Tek öldürebildiğim şey sivri sinektir. Onun dışında et yerken bile pişmanlık yaşayan dıştan sert, perdelerimi kaldırdığımda kedi gibiyim 🙂
Kaç ay devam etti hatırlamıyorum bir sonraki danışmanlığıma başlamam. Sağlık turizmi yapan, eskiden çalıştığım bir şirkete danışmanlığa başladım tekrardan geçen sene. Fakat asıl hayatımı değiştiren başka bir şey oldu.
Amerikalı Şirket
1 sene önce kadar bunalımım devam ederken bir Upwork mesajı aldım. Upwork’ü bilmeyenler, freelancer iş bulabildiğiniz bir yer. Zamanında dolarla para kazanayım diye çok kovaladığım ama bir şey çıkmayan bir yerdi. Mesajda şöyle bir şey yazıyodu “Selam Enes, 2 sene önce seninle konuşmuştuk, fakat konuştuğumuz başka bir arkadaşla devam ettik. Kendisiyle şu an tanışmıyoruz ama sen çok öne çıkmıştın. Görüşmek ister misin?”
İstemez miyim! Aynı gün görüşme ayarladık, ertesi hafta başladım ve 1 yıldır da devam ediyoruz. Şimdilik bütün problemlerim çözülmüş gözüküyor.
Amerikalılarla Çalışmak vs Türkiye’de Çalışmak
Amerikalılarla çalışmak Türklerle çalışmaktan çok farklı.
Tabi benden Amerikalılar süper, Türkler dandik gibi bir yaklaşım beklemeyin. Bu kolaya kaçmak olurdu. Çünkü Amerika’nın ekonomisi Türkiye’nin yaklaşık 30 katı. İmkanlar farklı, yaklaşımlar farklı, düşünce yapısı bambaşka. Fakat bazı şeyleri söylemeden geçemeyeceğim.
Bu şirkette 14 kişiyiz. Herkes remote. 13’ü Amerikalı (biri sanırım Kanadalı), yabancı olarak ben Türk’üm. Fakat hiçbir şekilde benim memleketimden dolayı maaşım pazarlığa girmedi. Yani şöyle bir şey hissetmedim: Ulan bu adam Türk, zaten paraları dolara karşı değerli, ucuza kapatalım. Öyle bir şey olmadı. Amerika’da yaşasaydım alacağım maaşı söyledim ve kabul ettiler. Pazarlıksız. Dürüst olmam gerekirse, yarısını teklif etseler bile kabul edecek çaresizlikteydim ama bunu kullanmadılar.
Çalışma saati diye bir şey yok. İstediğin saatte çalış, istemediğinde gelme. Haftalık ve aylık toplantılar var. Orada ne yaptığını anlatıyorsun tabi. Kötüye kullanmıyor kimse bu durumu. Şirketi de ayakta tutan bu. Belki de bu sayede aylık ciromuz geçen ay itibarı ile 700 bin doları geçmişti. Şimdi düşünün Türkiye’de hangi 14 kişilik şirket bu ciroyu yapıyor. Kim çalışanlarına bu kadar güveniyor?
Geçen Ocak ayında Meksika’da bir araya geldik. İlk defa yüz yüze tanıştım. Diğerleri birbirini tanıyordu. Yüzdük, eğlendik, toplantılar yaptık. Bildiğiniz don atletle takılıyor adamlar. Öyle bir Amerikan rahatlığı. Patron yok, müdür yok, herkes eşit ve güven üzerine kurulu. Dönüşte uçakta birinden domuz gribi kaptım ve 1 ay neredeyse hiç çalışmadım. Hiçkimse bana nerdesin, neden çalışmıyorsun, maaşının yüzde bilmemkaçını keselim veya yıllık izninden düşelim demedi. Çok alışık olduğumuz bir durum değil.
Hadi lan, Amerikalılar çok mu süper? Her yer öyle sanki diyenleri duyar gibi oluyorum. Evet, tabii ki değil. Amerika’da da şikayet ettiğim kötülüklere uğrayan, çok acı çeken, Amerika’da yaşadığına lanet eden insanlar var. Ama bu kadar uzun yıllardır bu şirketin benzerini Türkiye’de görmedim. En azından bana bu kadar güvenen olmadı.
Güvenmelerinin de karşılığını verdiğimi düşünüyorum. Şirketin karlılığı ben marketing’i ele aldıktan sonra %40-50 arttı. Hatta Mart ayında başlayan COVID krizinde ciro rekoru kırdık. İnsanı çok mutlu ediyor inanın.
Bitcoin Trading
Bu olaylar başımdan geçerken kendi kendime dedim ki. Sanırım ben insanlarla anlaşamıyorum. Keşke insanlarla muhatap olmadığım, işimi yaparak para kazanabileceğim bir şey olsa. Borsa, trading, adını ne koyarsınız bilmem, bir para kazanmalı hobi (o ne biçim lafsa) oldu benim için. Sanırım 2-3 yıldır da Bitcoin alıp satıyorum. Hatta kendime ait toollar yaptım. Teknik analiz vs öğrendim. Hatta belki bir gün öğrendiklerimi paylaştığım bir blog açarım Kara Akademi gibi. Çünkü eminim benim gibi içine kapanık, insanlarla muhatap olmadan, analiz yaparak bir gelir elde etmek isteyen fakat bir türlü adım atamamış insanlar olabilir. Bilmiyorum. Heves etmek kolay, yapmak o kadar da kolay değil.
Özetle…
Çeşitli yerlerde çalışmak insana çok şey katıyor. Çünkü kendinizi yakıştırdığınız veya hayalinizde olan işlerin iç yüzü istediğiniz gibi olmayabiliyor. Büyük şirketlerle çalışma hayalim gerçekleştikten 1 ay sonra kabusa dönüşebiliyor.
Öte yandan şans faktörü çok önemli. Bu Amerikalı arkadaşlar bana yazmasalardı ne yapardım bilmiyorum. Ama Upwork’ten onlarca işe başvurmasaydım, bu şansım da olmazdı. Sanırım en güzeli ne olursa olsun tırmalamaya devam etmek.
Kendine güven konusunda da ciddi tokatlar yedim. Daha gençken kendime daha çok güvendiğimi farkettim. Yaparım, ederim, daha iyisini hakediyorum vs. Bazen ukalaca yaptığım çıkışları hatırlıyorum. O zamanlar kendimle gurur duyuyordum, işi çok iyi bildiğimi düşünüyordum. Fakat zamanla, özellikle finansal darbeler yedikçe, birden bire mütevazı oluyorsunuz. Bu tabii ki demek değil ki ezik olalım. Kimseye şöyle olun, böyle olun diye tavsiye vermek istemiyorum. Fakat dün yediğimiz hurmalar, bugün midemizi bozar 🙂
Tek seferde yazdım bu yazıyı. Dönüp yazım hatası var mı veya saçma bir akış var mı diye kontrol etmek istemiyorum. Bu halde bırakacağım bakalım.
Buraya kadar okuyan varsa teşekkür ederim 🙂
Not: Şu an için maalesef danışmanlık alamıyorum. Full time çalıştığım ve kalan zamanlarımda Bitcoin ile uğraştığım için zamanım olmuyor. Fakat her zaman mail atabilirsiniz.
Bir ricam daha olacak. Lütfen mail atarken gizemli olmayalım. “Bir iş fikrim var, beni ara”, “Tanışalım mı?” tarzı mailler atmayalım. Böbreklerimi seviyorum 🙂
Buraya ilk defa geliyorsanız, ismim Enes, burası Kara Akademi. Dijital marketing ve büyüme konusunda tecrübelerimi burada yazıyorum. Tanışmak için enes at karakademi.com adresinden e-mail gönderebilirsiniz.